Karahasanlilar Tarihi
14.09.2014 13:39Karahasanlıların Tarihi
Karahasanlı adının geçtiği, (ulaşabildiğimiz) en eski kayıt 1337 yılına aittir. Bu tarihten sonraki bir kısım tarihi belge ve kayıtlarda Karahasanlılarla ilgili önemli bilgiler mevcuttur. Ancak bu tarihten önceki, yani Halep ve Urfa’da bulundukları döneme ait bilgilerin bir kısmını, haliyle Karahasanlıların bağlı olduğu üst soyları ile ilgili kayıtlardan, bir kısmını da atalarımızdan gelen sözlü nakillerden öğreniyoruz.
XIV. yüzyıl başlarında, Karahasanlıların mensubu olduğu Beydililer, diğer Türkmenlerle beraber Suriye’den ayrılıp, Güney ve Doğu Anadolu’ya geldiler. Büyük bir ihtimalle de Karahasanlılar, 1300’lü yılların başlarından itibaren, 1337 yılına kadar Urfa’da yaşadılar. Karahasanlıların Urfa’ya nereden geldiklerine dair herhangi bir yazılı ve sözlü bilgi bulunmamaktadır. Ancak, Beydililerin bölgede hareket ettikleri güzergâha bakıldığında, Karahasanlıların Suriye’den (Halep) Urfa’ya geldikleri muhtemeldir.
Sözlü nakillere göre, Karahasanlıların varlığına ilk kez Urfa’da rastlıyoruz. (…) Nitekim Karahasanlılar 1337 yılı başlarında, yani Moğol hâkimiyetinin mevcut olduğu bir dönemde, vergi tahsili için gelen görevlilere vergi vermeyeceklerini söyleyerek, kovarlar. Ardından da Moğol askerleri, Urfa civarında küçük bir oba olarak yaşayan Karahasanlıları ablukaya alırlar. Askerler, önce oba halkıyla bir meselelerinin olmadığını, sadece orada gecelemek istediklerini söylerler. Ancak daha sonra, misafir oldukları bu obanın beyinden gecelik kadın isterler. Bunun üzerine, oba ileri gelenleri, oturup bir plan yaparlar. Bu plana göre, Moğol askerlerinin taleplerine olumlu cevap verilir. Sonra da misafir ettikleri bu askerlere akşamdan itibaren bol miktarda içki içirilerek sarhoş edilir. Ardından da kadın kılığına girmiş oba delikanlıları, çadırlarına girdikleri Moğol zabit ve askerlerinin hepsini öldürürler ve silahlarıyla beraber bir sarnıca atarlar. Yaşanan bu olumsuzluklar sonucunda, orada daha fazla kalamayacaklarını anlayan Karahasanlılar [Karahasan, Ömer (Omok) ve Bekir (Bagıl) kardeşler], adaleti ve tebaasını koruması ile tanınan Dulkadiroğlu Beyliğine sığınırlar. Şöyle ki; Dulkadiroğlu Beyliği kurulur kurulmaz, bünyesinde bulunan bütün aşiret, boy ve cemaatlerin kapsamlı bir tespitini yaptırmıştır. İşte bu tespitlere göre, Karahasanlıların 1337 yılından itibaren, Dulkadiroğlu Beyliği’nin bünyesinde yer aldığı görülüyor. Dolayısıyla Karahasanlılar, en erken 1338 yılından sonra Darende Beyi’nin mahiyetinde yaşadılar.
Karahasan, Darende Beyi mahiyetinde iken, çiftliklerin yönetiminde gösterdiği başarı sayesinde, Bey’in gözüne girmiş olmalı ki bu sayede, uç beyi olarak Söğütlü Çayı’nın iki yanını içine alan bölgenin idaresini sağlamak üzere, yaklaşık olarak 1348 yılında görevlendirilir. Bu görevlendirme sonucunda Karahasan söz konusu bölgeye gelip, yerleşir. Zamanla da bölgede hâkimiyet kurar. Karahasan, verilen yetki çerçevesinde, bölgedeki konar-göçerlerden ve kervanlardan vergi toplar ve bu vergilerin belirlenen orandaki kısmını, emredildiği gibi zamanında Devlet makamlarına gönderir. Bu yetki ve görevi bir süre kusursuz olarak yerine getiren Karahasan, daha sonraları, vergi toplarken ve bölgedeki otlakıyeleri, konar-göçerlerin kullanımına tahsisi ederken, kuralların dışına çıkar. Bu konudaki rivayete göre, Karahasan, bu bölgenin gelirini gördükten sonra, kendi adına hareket etmeye ve topladığı vergileri Merkeze göndermemeye başlar. Bir süre vergi ve icar gelirlerini alamayan Dulkadiroğlu Beyi, Karahasan’a haber salarak, toplanan vergilerin derhal gönderilmesini ve bölgenin de terk edilmesini emreder. Karahasan da gelen habercilerle Bey’e çeşitli hediyeler göndererek; “Beyimizin emirleri başımız üzere. Ancak, biz Bey’i öz babamız bilirdik; Bey de bize “evladım” derdi. Eğer bu doğru ise müsaade etsin de oba olarak, bundan sonra burada yaşayalım.” şeklinde, bir istekte bulunur. Bey, bu güzel sözler üzerine, Karahasan’ın bu isteğini, vergilerin düzenli gönderilmesi kaydıyla kabul eder. Böylece Elbistan’dan başlayarak, Malatya-Sivas-Adıyaman üçgeni üzerindeki Söğütlü Çayı’nın çevresi artık Karahasan’ın hâkimiyet alanı haline gelir.
Karahasanlılar Dulkadiroğlu Bey’inden bu desteği alınca, gücüne güç katar. Ancak zamanla Devletten aldığı bu gücü, civardaki ahali üzerinde bir baskı aracı olarak kullanır. Bunun sonucunda da gitgide etraftaki konar-göçerlerin düşmanlığını kazanır. Sonunda da bu konar-göçerlere tarafından öldürülür. Karahasan’ın 14. yüzyılın ikinci yarısında ve hâkimiyeti altındaki bölge içinde öldürüldüğünü sanıyoruz.
Yavuz Sultan Selim, 1515 yılında Çaldıran savaşına giderken, Şah İsmail’in taraftarı olan Dulkadiroğlu Beyliğini cezalandırmak için, Elbistan üzerine yürümüş ve Elbistan ovasında Türkmenleri cezalandırmıştır. Ancak, bazı Türkmen cemaatleri Türkmen ve Alevi olmadıklarını beyan ederek bu cezalandırmadan kurtulmuşlardır. Karahasanlıların Beyi Karahasanoğlu Memed de Yavuz Sultan Selim’in huzuruna çıkararak, Osmanlı’ya bağlı olduklarını, Şii (Alevî) ve Türkmen olmadıklarını beyan eder ve tüm gücüyle emrinde Osmanlı’nın olduklarını söyler. Yavuz Sultan Selim de topraklarında güvenliği sağlamaları ve Şiiliğe meydan vermemeleri kaydıyla bu biati kabul eder. Memed Bey, 1515 yılında yapılan Turna Dağı savaşında Osmanlıların yanında yer alır ve savaş sırasında iki kardeşi ölür. Karahasanlılar, bu gelişmelerden sonra Osmanlı Devletinin desteğini arkasına alınca, artık yeterince güç sahibi olurlar. Bunun akabinde önce bölgede bulunan diğer göçebeler üzerinde baskı kurarlar ve zaman içinde de bu göçebe toplumları bölgeden atarlar. Böylece Dulkadiroğlu Beyliği döneminde hâkim oldukları alanı daha da genişletirler. Esas geçim kaynakları hayvancılık olduğu için, bu alan içinde mütemadiyen hareket etmişler. Dolayısıyla civardaki, özellikle de Yeni İl’deki yaylalardan sınırsız olarak faydalanmışlar. Nitekim 16. yüzyılın ilk yarısında Yeni-İl Türkmenleri arasında görünen Karahasanlıları, 16. yüzyılın ikinci yarısında hem Yeni İl’de, hem de Elbistan, Pazarcık, Afşin ve Doğanşehir’de görmekteyiz.
Karahasanlılar, Osmanlı Döneminde idari yapı içersinde de yer almıştır. Zira Şerefeddin Han, 1596-1597 yıllarında yazdığı Şerefname adlı eserinde, Maraş’ın kasabaları arasında Karahasanlı’yı da zikretmiştir.
17. yüzyılın sonlarına kadar Karahasanlıların varlığına Yeni İl’de rastlamaktayız. Zira Yeni İl ve Halep’teki Türkmen aşiretlerine 1101 (1689-1690) tarihinde gönderilen fermanın ekindeki defterde ismi geçen “Kara Hasan oğlu Cafer Bey ve Ali Kethüda ile beraber 20 askerin sefere katılması emredilmiştir.
Karahasanlıların yerleşik hayata geçmeden önce, yaklaşık olarak 1510 yılından itibaren, 200 yıl gibi uzun bir süre Elbistan’ın Kistik (Dızolar) Köyü’nü kışlak olarak kullandıkları anlaşılmaktadır. Karahasanlıların bahsedilen bölgeye kalıcı olarak yerleşmesi ise 16. yüzyılın sonlarına rastlamaktadır. Çünkü Şerefname’nin yazıldığı 1596-1597 yıllarında, Karahasanlı bir idari birim (kaza) olarak gözükmektedir. Vergi kayıtlarında da Karahasanlıların 17. yüzyıl bitmeden (1698) Elbistan’da yerleşik olarak bulundukları tespit edilmiştir
Yine bazı fermanlarda Karahasanlıların, Tımar Sistemine tabi olduğunu ve sistemli bir askeri gücü bulunduğunu öğrenmekteyiz. Nitekim 1702 Ocak ayında, Maraş Beylerbeyisi Rışvan-oğlu Halil Bey’e gönderilen bir emirle, diğer bazı cemaatlerle birlikte Karahasanlılardan, Osmanlı İmparatorluğu’nca uygulanan iskâna karşı çıkan ve şikâyetlere sebep olan aşiret ve cemaatlerin cezalandırılması için askeri kuvvet istenildiği tespit edilmiştir.
Karahasanlılar Lalolar ile Kantarma arasındaki bölgeye (Eski Evler) geldiklerinde Olliki Şoregil Karahasan Uşağı köyünün bulunduğu yerde oturuyorlarmış. Eski Evlerde bir süre kaldıktan sonra, 1700’lü yılların ikinci yarısında, Olliki Şoregilin yanına, yani Karahasan Uşağı köyünün bulunduğu yere yerleşiyorlar. Daha sonra çıkan bir kavga neticesinde Olliki Şoregilgilin dört oğlunu öldürmüşler. Geride kalanlar da Sevdilli’de, Di Mazın denilen Büyük Köye göçmüş.
Olliki Şoregilin bir akrabası tarafından Maraş Valisine yapılan şikâyet üzerine, konu mahkemeye intikal ettirilmiş ve Mahkeme, olayın faillerinin idamına karar vermiş. Vali bu karardan dolayı bir paşanın mahiyetinde, Karahasanlıların üzerine bir müfreze göndermiş. Olayın tertipçisi ve failleri olan Ağagilin Hasan ile Mıstıkların Hındo, Paşanın geldiğini duyunca kaçmışlar. Paşa sorup, soruşturmuş, fakat herkes ağız birliği ederek, bunların nereye kaçtıklarına dair bilgilerinin olmadığını söylemiş. Bunun üzerine, Paşa, Ağagilin çadırına gidip, olayla hiç ilgisi bulunmayan Ağagilin çocuklarından İbiş ve Emirhan’ı yanına alarak gitmiş. Kangal köyünün yakınında bulunan Malatya yolunun kenarındaki Eğri mevkiinde bunların başını keserek idam etmiş
Bu olaydan sonra, İbiş ve Emirhan’ın annesi Hatice (Hatey Mıste), küçük oğlu İbrahim büyüyünceye kadar 7 sene Boy beyliği yapmış. Guççoların Yusuf, Olliki Şoregilgille ilgili mahkemede yaptığı şahitlikten dolayı, muhtemelen korktuğu için, bir daha Karahasan uşağı köyüne dönmeyip Çopur köyüne gitmiş. İbiş’in oğlu Bozaba (Kör Mamo), babası öldürülünce, göçebelerle beraber Pazarcık tarafına gitmiş. Bozaba ölünceye kadar Boy Beyliği yapmış. Bozaba’nın soyundan gelenler bu Boy Beyliğini devam ettirmişler.
Doğum tarihinin 1793 olduğu tahmin edilen Deli İbrahim, ağabeyleri idam edildiğinde henüz 10-12 yaşlarında imiş. Deli İbrahim, büyünce namına yakışır bir yiğit olur. Bu arada 7 sene boy beyliği yapan annesi Hatice (Hatey) de boy beyliğini Deli İbrahim’e verir. Deli İbrahim artık kendinden emin olduğu bir dönemde, ağabeylerini idam ettiren Paşayı sorup, soruşturur ve sonunda bu Paşanın, “Gümüşlü Paşa” namıyla anıldığını öğrenir. Deli İbrahim, o günden sonra Paşa’nın izini sürer ve bir gün Paşanın Gürün taraflarında görevli bulunduğunu haber alır. Hemen adamlarını yanına alarak, paşanın peşine düşer. Paşa’yı, Büyük Yapalak köyü ile Gürün ilçesi arasındaki mevkide sıkıştırır. Paşa askerlerini orada bırakıp kaçar. Çıkan çatışma sonunda, Deli İbrahim’in adamları 25 kadar askeri öldürür. Olay Valiliğe intikal eder. Valinin emriyle kurulan mahkemede, bütün bu olayların Paşa’nın İbiş ve Emirhan’ı haksız yere idam ettirmesinden dolayı meydana geldiği ortaya çıkınca, Mahkeme Paşa’yı suçlu bulur. Öldürülen askerlerle ilgili Deli İbrahim’e ceza verilip verilmediği bilinmiyor. Ancak Gümüşlü Paşa’nın idam edildiği söylenmektedir.
Karahasanlılar, milis kuvveti olarak Maraş ve Antep savunmasında önemli bir rol almıştır. Bu iki şehrin işgal edilmesinin akabinde, bu yöredeki diğer vatanperverler gibi, Karahasanlılar da bu savunmalara katılmışlar. Maraş işgal edildiğinde, Kılıç Ali Paşa ile beraber Maraş ve Pazarcık Kuvva-i Milliyesi’ni idare eden Yakup Hamdi Bey, civardaki etkili kişilere haber göndererek, eli silah tutan kişilerden meydana gelen kuvvetlerin, kendi kuvvetlerine katılmasını istemiş. Bu talep üzerine, Yusuf Ağa, yaklaşık 20 kişilik bir milis kuvveti oluşturarak, Kuvva-i Milliye emrine göndermiş. Bu milisler gizlice Maraş’a giderek, Yakup Hamdi Bey’in kuvvetlerine katılmış. Bu milislerin büyük bir kısmı Maraş, bir kısmı da Antep savunmasına katılmışlar.